EtkinlikSöyleşi

Toplumsal Sözleşme

Toplumsal Sözleşme başlıklı Felsefenin Yaşamı & Yaşamın Felsefesi söyleşi dizisinin dördüncü oturumuna Hacettepe Üniversitesi Felsefe Bölümünden Prof. Dr. Harun Tepe ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi Felsefe Bölümünden Prof. Dr. Ahmet İnam konuşmacı olarak katılmışlardır. 21 Ocak 2017 tarihinde gerçekleştirilen söyleşi Çankaya Belediyesi Gülten Akın Salonunda düzenlenmiştir.

Felsefenin Yaşamı & Yaşamın Felsefesi -4- | Toplumsal Sözleşme

Çankaya Belediyesinin katkılarıyla Çankaya Felsefe Söyleşileri olarak 2016 Ekim – 2017 Mayıs ayları arasında ilk kez düzenlenen söyleşi dizisinin moderatörlüğünü FKSD Yönetim Kurulu Başkanı Ali Apaydın üstlenmiştir.

Söyleşi dizisinin dördüncü oturumunda FKSD üyelerince hazırlanarak konuşmacılara yöneltilen soru metinleri şu şekildedir:

Soru 1.

Toplumsal sözleşmeye ilişkin akla ilk gelen filozoflara baktığımızda, Hobbes’ta kişisel hakların tarafsız bir egemene transferiyle, Locke’da vahşi kişisel haklardan uygar haklar için bir vazgeçişle ve Rousseau’da da güvencesiz bir eşitlik yerine güven altına alınmış bir eşitlik için bir bütüne ait olma motifleriyle karşılaşıyoruz. Yani toplumsal sözleşme, insanlar arasındaki doğal eşitliğin tehlikelerinin bertaraf edilerek bu eşitliğin yeniden ve daha sağlıklı bir biçimde tesis edilmesi adına gerçekleştirilen bir edim olarak karşımıza çıkıyor. Ve bu edim her defasında toplumla birlikte devleti devar ediyor[1]. Şu halde, devletin, sözleşmeci filozoflar için insanların toplum olarak bir arada yaşaması adına bir zorunluluk olarak varolduğunu fark ediyoruz.

Bu noktada sorumuz şu: Sizce sözleşme kuramlarındaki devletle-toplumu koparılamaz bir bağla bağlayan bu ilişkinin nedeni nedir? Türkçede devlet olarak nitelediğimiz bu kavramın toplumla ilişkisini Eski Yunancadaki politeia, Latincedeki respublica ya da çağdaş dillerdeki state (ing.), état (fr.) gibi kavramlarda da görmek mümkün müdür? Yoksa bu kavramların her biri farklı bir ilişkiye, doğal olarak da farklı bir toplum (politike koinonia – civitas appelator societas civilis – société civile vb) anlayışına mı karşılık gelmektedir?

Soru 2.

Bu sorumuz sözleşme kuramlarındaki uzun erimli çıkara dayalı kabullerin etikle ilişkisi üzerine.

Toplumsal sözleşme kuramlarında her bireyin kendi uzun vadeli çıkarı için yaptığı bir feragat ya da zorunlu bir kabul söz konusudur. Öyle ki bireyler, bir arada yaşamak için devrettikleri doğal haklarından kaynaklı güçlerin birleşiminin (egemenin, iktidarın vb), şayet sözleşmeye aykırı bir şekilde davranan biri çıkarsa onun üzerinde kullanılmasını talep ederler; aynı şekilde bizzat kendilerinin de sözleşmeye aykırı bir şekilde davranmaları durumunda bu birleşik gücün kendi üzerlerinde de kullanılmasını kabul ederler.

Sorumuz şu: böylesi bir ilişki ekseninde etikten ve etik ilişkilerden söz etmek mümkün müdür? Bir başka ifadeyle, sözleşmeye dayalı bir toplumda insanlar arasındaki etik ilişkiler sözleşmeyle mi ikame edilmiştir? Nihayet, sözleşme kuramlarını kabul etmek için başlı başına etikten de mi feragat etmek gerekmektedir? Sözgelimi Kant etiğindeki koşulsuzluk ilkesi sözleşmeci bir kuramla nasıl bağdaştırılabilir?

Soru 3.

Bu sorumuz meşruiyet[2] kavramı ve bu kavramdan kaynaklanan gücün kullanımı üzerine.

Toplumsal sözleşmelerde meşruiyetin kaynağı sözleşmeye katılan bireylere dayanır. Bu meşruiyetten dolayı kuramsal olarak iktidarlar kendilerine sözleşmenin bileşenleri olan bireyler tarafından aktarılan gücü, bizzat sözleşmenin devamlılığı adına ve sözleşme için kullanırlar. Fakat 1789 Fransız Devriminden bugüne, iktidarların varlıklarının özü olan toplumsal sözleşmeden gelen bu meşru gücü, bizzat varlıklarının özü konumuna taşıdıklarına ve pek çok kez bu şekilde davrandıklarına tanık olduğumuz bir tarih söz konusu.

Şu halde sorumuz şu: toplumsal sözleşmenin kaçınılmazı olan iktidara aktarılan gücün meşru olmayan kullanımı karşısında sözleşme bileşenleri olan bireylerin yenik düşmeme olanağı var mıdır? Yani basit bir şekilde, sözleşmeye aykırı bir güç kullanan iktidar karşısında bireyler, daha da özelinde birey tek başına ne yapabilir?

Soru 4.

Protagoras kendi adını taşıyan Platon’un diyalogunda, devletin ortaya çıkmasının nedenini mitolojik bir öykü içinde dillendirir:

Moiralar (kader tanrıları) tarafından ölümlülerin yaratılış anı yaklaştığı esnada her bir ölümlüyü donatma ve yetenekleri dağıtma işi Prometheus ve kardeşi Epimetheus’a verilir. Kardeşine göre daha beceriksiz olmasına rağmen dağıtma işini üzerine alma konusunda Epimetheus, Prometheus’u ikna eder. Bu şekilde dağıtma işi bitince Prometheus sadece kontrol edecektir. Ve böylece Epimetheus, her bir ölümlüye farklı farklı yetenekler verir ve her bir ölümlüyü farklı farklı donatılarla süsler –kimine hız ve kürk, kimine güç ve silah, kimine korunma ve çok üreme vb yetenekleri dağıtır. Fakat beceriksizliğinden dolayı yeteneklerin tümünü akılsız hayvanlara dağıtmış ve insanları kürksüz, silahsız ve güçsüz bir halde bırakmıştır. Tam da insanların yaratılış gününün yaklaştığı bir anda kontrol işlemini yapan Prometheus kardeşinin bu hatasını kapatmak için önce ateşi çalarak insanlara verir ve ateşi kullanarak yaşamlarını sürdürebilmeleri için de Hephaistos’tan ateşi kullanma ustalığı ile Athena’dan  bilgelik, strateji, birtakım sanatlar ve zeka hünerlerini çalar. Fakat sadece Zeus’un kontrolünde olan politika sanatını insanlara götüremez. Bu sebepten insanlar çoklukla kendilerine göre çok daha yetenekli ve güçlü olan diğer hayvanlar karşısında zayıf düşerler. Bunun üzerine birlik olmaya çalıştılarsa da politikayı bilmedikleri için birbirlerini yok etmeye başlarlar. Nihayet bu durumun insan soyunun sonunu getireceğini fark eden Zeus, adaleti ve saygıyı insanlara götürmesi için Hermes’i görevlendirir. Hermes de Zeus’a bu iki sanatı hekimlik, marangozluk vb gibi bölüştürerek mi yoksa herkese eşit olarak mı dağıtması gerektiğini sorar. “Herkes payını alsın” diye yanıt verir Zeus, “Aksi takdirde diğer sanatlarda olduğu gibi, bunlardan sadece birkaç kişi pay alırsa politeía kurmak mümkün olmaz. Ayrıca şunu da yasa olarak benim adıma onlara bildir: Adalet ve saygıdan pay almasını bilmeyenler politeía’ın başına bela sayılarak öldürülmeli.”[3]

Her ne kadar mitolojik motifler üzerine kurulmuş olsa da, Protagoras’ın bu anlatısında, 17. yüzyıl ve sonrasındaki sözleşmeci filozofların benimsediği hatta sözleşme fikrine karşı çıkan Hegel gibi filozofların da benimsediği temel bir yaklaşımla karşı karşıya kalıyoruz: Devlet denen yapı akılsal bir yapıdır[4].

Bu noktada son sorumuzu yine yaşamsal bir perspektiften soruyoruz: Pek çok filozofun düşündüğü gibi, devlet denen şey, gerçekten de akılsal bir yapıda mıdır? Bu soruyu, devletlerin tarih boyunca yapıp-etmelerini göz önüne alarak nasıl yanıtlarsınız?


[1] Bununla birlikte eşitlik kavramının tam olarak tesis edilmesinin bizzat devletin de ortadan kalkmasıyla birlikte gerçekleşeğinden söz eden filozoflar da bulunur.

[2] Lat. Legitimus.

[3] Platon, Protagoras, 320c vd.

[4] Buradaki ortak noktaya işaret etmek için, gerek Protagoras gerekse sözleşmeci filozoflar devletin varlık nedenini kronolojik bir izlek yerine mantıksal/aklî bir izlek olarak takip ederler. Hegel bu izleği reddetmekle birlikte, devleti tarihselliğin zorunlu koşulu olarak ele alıp onu akıllı –hatta canlı bir bütün olarak niteler. 

Not: Söyleşi esnasında zaman yönetimi göz önüne alınarak dördüncü soru konuşmacıların onayı doğrultusunda sorulmamış ve doğrudan katılımcıların sorularına geçilmiştir.


Toplumsal Sözleşme

Etkinlik Künyesi

Düzenleyenler

  • Felsefe Kültür Sanat Derneği
  • Çankaya Belediyesi

Konuşmacılar

  • Prof. Dr. Ahmet İnam | Orta Doğu Teknik Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi
  • Prof. Dr. Harun Tepe | Hacettepe Üniversitesi Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi

Tarih ve Saat

  • 21 Ocak 2017 Cumartesi | 14.00

Adres

  • Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi | Gülten Akın Salonu